Kışa doğru son geçitten geçerken susup içinden geçtiğim zamanı da işitmeye çabaladım. Uysal bir yağmur, ya da ulusu olmayan bir şair gibi sessiz, ağır, dolu dolu aktı zaman. Halbuki ortada ne bir şiir, ne de uysal olan bir şey, vardı. Sadece yersizlik, köksüzlük, zamansızlık.
Geriye döndüğüm, ileriye gittiğim, yerimde saydığım tüm noktaları bir bir durdukları yerden çekip toplayarak çizdiğim çizgiye bir de renk verdim. Görenler günleri geçiriyorum sandı. Benim de elbet tarif edilebilir yaşamlarım vardı İşler, güçler, verilen sözler, gündelik uğraşlar. Ama hiç biri umurumda değildi. Ben anlamların sözcüklerini soyunduğu yerde bir şey saklıyordum. Biliyordum.
İnsanların arasına karışınca onlara onların sesleriyle bir şeyler söyledim. Nezaketle gülümsedim. Faturaları ödedim, gazetelere göz attım, mesajlarına cevap verdim. Ama içimde uzağa doğru koşan siyah bir atın adımlarıyla uzaklaşan bir şey... "Havalardandır" demiştim, inanmıştın.
Sonra sayfalar birikmeye başladı. Kirli, gürültülü, sisli, puslu, kusurlu. Dışarıda bir içimiz olduğunun hiç farkında olmadan, olsa çok korkacak insanların yaşamlarıyla çevriliyken kendime nasıl olduysa gizli bir bahçe kurabildim. Geceleri daha kolaydı çünkü geceler yaşama aitti, yaşayanlara değil. Yabani bir kuş bir şarkı söylüyordu, tüm insanlık susuyordu. Bir tek ben işittim, utandım. Başımı sadece benim için anlamlı, sadece benim için açık, sadece benim için gerçek olan, ama anlamlı, açık ve gerçek olan o suyun geldiği yöne doğru çevirdim, çünkü insanların cümlelerinin grameri bile sarsılmıştı içimdeki insanlık sarsılırken. Ben haber bültenlerini değil gece kuşlarını dinledim.
Kendimi kendimi gizlediğim yerde kaybettim.
No comments:
Post a Comment