Saturday, December 8, 2018

Gogol'ün Burnu, Gerçeğin Dışı


"Ama en çok şaştığım, en çok akıl erdiremediğim başka bir nokta da, yazarların bu türlü konuları alıp işlemeye kalkmaları. İnanın bana, bu açıklanamaz. Akıl erdiremiyorum. Önce, ülkenin bundan hiçbir yararı yok; sonra… Yararı gene yok. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum… Ama ne derseniz deyin, bazı noktalar… Öyle ya, hangi işin bir şaşırtıcı yönü yok! Gene de insan, biraz düşününce bu öyküde bir şeyler bulmuyor mu? Ne derlerse desinler, yeryüzünde bu türlü olaylar oluyor; binde bir, ama oluyor!.."

Yukarıdaki alıntı Gogol'ün binde bir değil, milyonda bir dahi gerçekleşemeyecek gerçeküstü (dışı?) bir olayı anlattığı Burun adlı öyküsünden. Çoğunlukla Gogol'ün kendisini Gogol yapan Hristiyanlık öncesi dönemine ait en karakteristik ve başarılı öyküsü olarak değerlendirilen öykü bu sözlerle bitiyor. "Önce, ülkenin bundan (yazarların gerçekleşmeyecek bir konuyu işlemesinden -B.U.) hiçbir yararı yok" cümlesinde katı, ağır bir ironi mi gizli, yoksa Gogol yaptığı işin faydasızlığına rağmen bu işi yapmaya devam edeceğini mi ilan ediyor, bugün hala belirsiz ve tartışma konusu. 

Kendi adıma önce tüm öykülerinde kendini sinik bir yıkıcılıkla içinde bulunduğu devasa toplumun, Rus toplumunun tüm sosyal, idari yapısını alaya alan ardından da yıktığı tabuların yerine bir şey koyamayınca biçare bir adanmışlık duygusuyla kendini dine adayan bu büyük yazarın hiç bir şeyi sırf haz duyuyor diye keyfi bir şekilde yaptığına inanmıyorum. 

Bunun akıl yürütmeyle, denklemlerle açıklanabilecek yanları da var ama benim öncelikli nedenim öykünün bende yarattığı sarsıntının kendisi. Gene de bir sanat eserine kendini açarken bir buluşma yaşamayan, bu yüzden de kendi aklını ve aklının sınırlarını bir köşeye çıkarıp koyamayan kişileri tatmin etmek için önce aklın bu yürüyüşünü aradan çıkartıyorum:

Günlük yaşam belirli bir simgeler düzeni barındırır. Her simge belli bir neden sonuç ilişkisi nedeniyle meydana gelse bile, belli bir süreden fazla güncelliğini korumuş simgeler kullanıldıkça anlam aşınmasına uğrar ve yeni anlamlara bürünür. Simgeyle birlikte simgeyi içinde barındıran simgeler sistemi de aynı dönüşüme uğradığı için sistemin hiyerarşik yapısında, ya da işleyiş biçiminde aynı aşınmaya rastlanmaz. Örneğin ben, Lefkoşa'da yaşayan bir Kıbrıslı olarak Mağusa'daki bir kültür sanat etkinliği için oradaki bir kiliseyi ziyaret edecek olmamı yadırgamam. Çünkü alıştığım simgeler düzeninde kilise sadece ibadet edilen bir yer değil, aynı zamanda göç etmek zorunda bırakılan insanlardan geriye kalan ve çoğunlukla kültür sanat lokali olarak kullanılan bir mekandır. Bu nedenle aklıma ya etkinliğe çan sesi karışırsa, ya da orada ibadet edenlerle etkinliğe katılanlar  keşmekeş  yaşarsa gibi bir soru gelmez. 

Aynı şekilde gerçeküstücü bir sanat eseri de kendi simgeler düzeninin kendi içinde barındırır. Ama unutulmaması gereken en net nokta eserin simgeler düzeninin gerçek hayatın bir alegorisi olduğu, onun günlük yaşamdaki sarsılmaz yapısını bozarak  yeni kavrayış biçimlerine giden yolu araladığıdır. Bu nedenle eşeğin Hristiyanlık'ya kutsal bir yeri olduğunu, piyanonun da dadacı simgelerden biri olduğunu bilen biri Luis Bunuel'in Un Chien Andalou'sunu izlerken aslında izlemekte olduğu şeyin bir din eleştirisi olduğunu algılayıp hem sanatsal bir haz duyabilir, hem de eleştirilmez görünen din kurumunu eleştirerek yeni bir düşünceye zihninde yer açabilir. Aynı simgenin daha sonra bir Chagall resminde, bir Beckett kitabında görünmesi de zihnindeki bu yeni simgeler düzeninin haritasının gündelik hayatındakine eş bir genişlikte yer almasını sağlar. 

Bu yüzden  içinde gerçekten bir anlamı barındıran sürrealist resim, edebiyat, sinema eserleri ancak hem sanatçının, hem de eseri tüketenin günlük hayatın simgelerine gerçekten vakıf olduğu eserlerdir denilebilir. Aksi sadece kulağa işitsel, göze görsel olarak hoş gelen bir takım sayıklamaları not etmekten ibaret olabilir ki bunun da kendi içinde bir güzelliği değeri olabilir ama bunu gerçekleştiren eser sahibinin gerçeğin yeni bir yorumuna sahip olduğu iddiası fazlasıyla boş ve gülünç kalır.

Gogol'a dönersek; Burun öyküsü gerçeküstü bir üslupla yazılmış ve bu nedenle de alabildiğine gerçekçi bir öykü. Sadece gerçek simgeler sisteminin fotoğrafını çekmekle kalmıyor, orada ufak bir neşter darbesiyle yeni bir hiyerarşi yaratıyor. Sadece bir vücut uzvunu yerinden ederek insanın tüm gerçeklikle olan ilişkisinin yerle bir olmasına neden oluyor. Gerçeğe böyle bir müdahale salt içi boş bir mizahla açıklanabilir mi? Ben bu öyküyü ilk okuduğumda başımı kitaptan kaldırınca burnumu hala orada olup olmadığını görmek için yoklamış ardından da yerinde olduğunu görünce çevremdeki dünyanın hala yerinde olup olmadığını kontrol etmek için çevreme bakmıştım. Bana bu baş dönmesini yaşatan metin sadece bir kalem oyunu muydu?

Dünya'nın evet alışıldık bir görünüşü var doğru, ancak ona alışamayanlar ve başka şekillerde görenler de var. Onlar olduğu sürece başını kitaptan kaldırınca dünyanın yerinde durup durmadığını kontrol edenler de olacak, gerçeğin gerçeğin dışına uzanan ucuna tutunup başka bir yere savrulanlar da. Kopup dışına savruldukça,  uzaklaşıp yalnızlaştıkça anlaşılıyor dünya

P.S: Gogol'ün öyküsünün tamamını okumak isteyenler "buraya" bakabilir.

No comments:

Post a Comment