Sunday, April 21, 2024

Kuzey Sessizliğinin Melankolik Zaferi

 


2023 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Norveçli yazar/ şair Jon Fosse kazandı.
Nobel'i hala önemli bir ödül kılan birkaç farklı unsurdan en belirgini 100 yılı aşkın tarihinde Churchill ya da Claude Simon gibi birkaç hatanın (bence) haricinde, ödülün gerçekten kendi otonomisini koruyan, kendi dilini kurabilmiş, ama edebiyatın tarihiyle de ilişkili isimlere verilmesi.
Bir gelenekten beslenirken, yeni bir şey söyleyebilmek, edebiyat kanonunu sürdürmekten öte genişletmek, demokratikleştirmek ve belki de bu yolla insanlığı bütünüyle kapsamaya çalışan, dışlayıcı olmayan bir üst anlatının tarih içinde devamını sağlamak, ilerici bir eylem.
Komite bu motivden dolayı 70li yıllarda Avrupa merkezcilik eleştirisini ciddiye aldı ve Yaşar Kemal, Said Akhl, Jose Garcia Villa gibi isimler ciddi birer aday haline geldi, bu motivden dolayı erkek, batılı ve "iyi eğitimli" olmayanlar da ödül alabildi ve bu motivden dolayı sadece politik bir angajmanın doğrulayabileceği isimler değil, ödülün geleneksel çerçevesinin dışında kalan edebi ifade türleri de ödüllendirildi (Bob Dylan). Ve malesef bu yüzden Nobel'i gerçekten hakettiği halde Philip Roth gibi bir kalem demode kaldığı gerekçesiyle alamadı, ya da Jonathan Franzen beyaz, erkek ve Amerikalı olduğu için alamıyor...
Jon Fosse bu ilerici motivin devam ettiğini gösteren bir isim. Roman ve oyun yazarı ve şair. Türkçe'ye sanırım sadece bir kitabı çevrildi ama adı aklımda yok. Kitaplarında Bloom'un "Kaos Çağı" diye adlandırdığı 20 yy edebiyatının temel temalarını işliyor: Kendini var etmeye çalışan birey, iç / dış alan çatışması, bütün anlamların lağvedildiği bir dünyada nesnelere, olgulara, insanlara yeni anlamlar yüklemekle bu anlamsızlığı benimsemek arasında bir kararsızlık.
Ama bir yandan da ödül komitesinin tek şart olarak gördüğü (fakat ne anlama geldiğini tarif etmeyerek esnek kalabildiği) idealist bakışa sahip olma niteliğini de taşıyor: Evet, Fosse'nin romanlarında karakterlerin yüksek hedefleri yoktur. Onları çağıran aydınlık bir geleceğe, devrim, özgürlük, aşk, zenginlik vs... doğru yürümezler.
Ama o dağınık ilerleyişin içinde insanın tıpkı konuşmayı bilmediği zamanlardan kalma güdüleri içinde taşıması gibi vahşi, yontulmamış bir refleksle özgür olamamanın, kendileri olamamanın, onları çevreleyen bütün modern / postmodern zamanlarla çevrili olmanın sancısını taşırlar. Bu sancı karakterleri de Fosse'nin kalemini de aşırılığa yönlendirir. Kimi zaman aşırı bir yalınlık, dinginlik, dünyayı yadsıma hali. Kimi zaman da hayatın, toplumun, iktidar ve mikro ilişkilerinin tam ortasında, o ilişkilerin içinde sıkışmış, neredeyse o hiyerarşinin kendisi dışında yaşamı kalmamış bir durumda varolma biçimi.
Derinleşme ve sahicilik iddiası taşıyan ama seks, satirizm, ya da siyasal radikalizmden başka bir şey sunamayan (dolasıyla onları da hakkını vererek sunamayan) basmakalıp edebiyatların aksine insanın içinde olduğu bütün dengelere karşı çok tutarlı ve sert bir itirazdır bu. Edebiyatı siyasal bir söylemin, ya da yazarın / şairin egosu içinde eritmeyen, aksine edebiyattan doğan bir itirazı devletlerin, sermayenin, kabul görmüş "insan fikrinin" temeline dinamit gibi koyacak kadar radikal bir eylemdir.
Bu da anlattığı her karakteri ayrı bir ülke haline getirir. Yazar, bir manzaraya bakar gibi bir insana bakmamıza imkan vererek okura insan olmanın özüne ve o özün tarihin bu döneminden geçerken aldığı biçimlere bakma şansı verir (ki zaten edebiyat da başka nedir?)
Merak edenlere ilk olarak Wakefulness isimli novellasına bakmalarını, ardından da denemelerini (ki onlarda da kurgu karakterler var) ve şiirlerini bir arada okumalarını öneririm. İmgeci bir şair değil, dolayısıyla çevirilerinde sıkıntı yok ve konuşmakla düşünmek arasında gidip gelen sesi güzel.
Bir yerlerde uysallaşamayan bir edebiyatın da sevildiğini görmek mutlu ediyor. Dünyanın püskürttüğü bir adamın dünyanın gözü önünde ödül alacak olması, onun için değil dünya için bir kazanç.
Edit: Yazdıktan sonra öğrendim, üç kitabı Türkçeye çevrilmiş: Üçleme, Melankoli (orijinali iki ciltliktir ama sanırım Türkçede tek kitap olarak basılmış) ve Sabahtan Akşama. Üçü de Monokl yayınları tarafından. Çevirmenleri kim bilmiyorum, ama özenli bir yayınevidir.

No comments:

Post a Comment